24 Aralık 2012 Pazartesi

Maydonoz çorbası tarifi,hem şifalı hem de nam nam...


Merhabalar,
Uzun bir aradan sonra size yeniden yazmak çok güzel..
Bugün yine yeni bir haberle karşınızdayım..Bundan sonra bu köşede sizlerle sağlıklı ve tabiî ki şifalı yemek tarifleri paylaşacağım…Umarım siz ve aileniz beğenirsiniz…

Gelelim ilk tarifimize;
   
MAYDANOZ ÇORBASI TARİFİ
Malzemeler:
1Bağ maydanoz.(Uçucu yağlar,apiin,B1,B2,C vitaminleri)
6Diş sarımsak(A,B VE bol miktarda C vitamini,iyot,kükürt)
3Yemek kaşığı zeytinyağı(Bol fosfor ve E vitamini)
1.5 yemek kaşığı  un
1 Su bardağı süt (protein,yağ,vitamin,kalsiyum,ve fosfor)
Toz beyaz biber
Tuz
½ toz zencefil (Uçucu yağlar,fenol bileşikleri,nişasta,kalsiyum,B ve C vitaminleri)
3 Su bardağı su

Yapılışı:
Sarımsaklar incecik doğranıp zeytinyağında sotelendikten sonra üzerine un ilavesiyle hafif kavrulur..
Kıyılan maydonozlar üzerine eklenip süt ve baharatı konulup karıştırılır.
Su ilavesiyle pişirilir.
Sütü sevmeyenler omum yerine sadece suyla da pişirebilirler..
 Pişince blendırdan geçirip geçirmemek zevkinize kalmış.
Şifası:
Her gün düzenli yenen maydonoz şişmanlamayı önler.Özellikle sapları kuvvetli idrar söktürücüdür.Terleticidir.Vucutta biriken zehirli maddeleri boşaltır.Cilk güzelliğiüzerine olumlu etkileri vardır.

Her mevsim pişirilebilecel bir çorbadır.

Afiyet olsun.
Not:A.Marankinin şifalı yemekler tarifi kitabından alıntıdır..

11 Aralık 2012 Salı

Kıyafet yönetmeliğine uzman bakışı...

Adem Güneş
Sorunlar, tek tip kıyafet içine saklanarak çözülemez


Uzmanlar, çocuklarda görülen davranış problemini analiz ederken ‘kök’ probleme inmeye çalışır. ‘Yansıyan’ problemlerle uğraşmazlar.

Anne babalar ise çocuklarında gördükleri problemlerin temeline inmek yerine, problemin dışa yansıyan kısmını ortadan kaldırmaya çalıştıkları için, çocukları ile her dönemde yeni ve enteresan sorunlarla karşı karşıya kalıyor.
Mesela, tırnaklarını yiyen bir çocuğun ebeveyni, bu problemi ortadan kaldırmak için kimi zaman çocuğun tırnaklarına acı biber sürer, kimi zaman parmaklarına yara bandı yapıştırır, kimi zaman da kızar, azarlar ve böylece çocuğun tırnak yemesinin önüne geçmeye çalışır. Bu yöntemler bazen işe yaramış gibi görünse de tırnak yemeyi bırakan çocukta bir süre sonra alt ıslatma veya tikler görülmeye başlayabilir. Bu defa ebeveyn çocuktaki bu problemleri yok etme gayretine girmişken, hiç beklenmedik bir anda okulda yeni bir sorun patlak verir: “Çocuğunuz arkadaşları ile kavga ediyor, derslerini hiç dinlemiyor.”
İşte ebeveynler çoğu defa böylesi bir kısır döngünün içine girdiklerini fark ettiklerinde artık bir uzman desteğine ihtiyaç duyduklarına inanır.
Uzmanlar ise böylesi problemlerle karşılaştıklarında, mesela, tırnak yemeyi bir problem olarak görmez. Alt ıslatma da bir problem değildir aslında. Veya çocukta görülen tikler de bir uzman için asıl problem değildir. Bunların her biri ‘yansıyan’ problemdir ve çocuğun “duygu dünyası”nda var olan bir “kök” problemin habercisidir. Eğer uzman, bu haberciyi ortadan kaldırmaya çalışırsa, o zaman kökte yatan asıl probleme ulaşamaz. Tırnak yemek bir habercidir ve bir çocuğun duygu dünyasına derinleşen uzman, çoğu defa tırnak yeme davranışının kökeninde çocuğun kendisini yetişkinlerin yanında ‘güçsüz, yetersiz, değersiz’ hissetmesin yattığına erişebilir.
Böylece uzman, aslında kökte yatan bu ‘yetersizlik’ hissi ile mücadele eder, çocuğa yetersizlik hissi veren yetişkinleri daha duyarlı hâle getirirse, tırnak yeme olarak dışarıya yansıyan problemin de kendiliğinden ortadan kalktığı görülür.
Bütün bunları neden söyledim…
Geçen günlerde okullardaki tek tip kıyafet uygulaması kaldırıldı, kıyafet serbestisi getirildi.  
Ben de geçen haftaki yazımda “Ülkemiz çocuklarının üzerindeki deli gömleği nihayet çıkartıldı” diyerek bu durumun çocuk dünyasına nasıl olumlu yansıyacağını işlemiştim.
Ancak gelen maillerden gördüm ki ebeveynler ve yöneticiler okullarda kıyafet serbestisi getirilmesinden dolayı endişeli…
Kimi ebeveyn “Kıyafet serbestliği ile çocuklar okula her gün başka kıyafetle gitmek için birbiriyle yarışacaktır” derken, kimi yönetici, “Fakir çocuklar eski ve yıpranmış kıyafetlerle okulda mahcup duruma düşecek” diyor… Bir başka ebeveyn marka tutkunu olan çocuklarının kendilerini nasıl da zora sokacağının endişesini yaşıyor.
Ve daha onlarca endişeli mail.
Her ne kadar bazı ebeveynler kıyafet serbestliğine böyle baksa da ben bir uzman olarak bu endişelerin temelinde, anne-babaların çocuklarındaki kök problemlerin üzerini ‘okul önlüğü’ ile örtmeye çalıştıklarını üzülerek görüyorum.
Bir çocuk marka bağımlısı ise marka bağımlılığı bir ‘kök’ problem değildir, bu ‘yansıyan’ bir problemdir. Ebeveynler kıyafet serbestisi ile marka bağımlılığının daha da üst seviyeye çıkacağını düşündüğü çocuğunun bu durumunu tek tip okul kıyafetiyle örtmek yerine, korkusuzca problemin derininde neler yatıyor diye durup düşünmesi pedagojik olarak daha sağlıklı olur. Veya bir fakir çocuğu tek tip kıyafet içinde ‘gizlemek’ yerine, o çocuğun bu hali, o okuldaki ebeveyni harekete geçirmeli ‘sağ elin verdiğini sol el görmemeli’ düsturu ve el birliğiyle o çocuğun kök problemini çözme gayretine girilmelidir.
Evet, endişeler yersiz değil, ancak tırnak yiyen çocuğun sorunu tırnağına bant yapıştırarak çözülemeyeceği gibi, her gün yeni bir kıyafet isteyen çocuğun sorunu da tek tip kıyafetle çözülmez.
Kıyafet serbestisi ebeveynlere ve yöneticilere çocuklardaki kök problemlerin görünmesi ve çözümü için bir fırsat verecek.
Bu fırsatı kazanca dönüştürmek lazım...

30 Kasım 2012 Cuma

Çekiliş varrrrrr....Kaçırmayın

Merhabalar efendim..

Yeni bir günden hepinize yürek dolusu selamlar,sevgiler...

Bir karar almış bulunmaktayım,bundan sonra blogumuzda hediye dağıtacağımmmmm..

Merak etmeyin hiç bir ön şart yada başka bir şey yok..

Tek yapmanız bloguma üye olmak ve üye olduktan sonra bu yazının altına yorum bırakmak..

Eski üyelerimizin sadece bu yazının  altına yorum bırakmaları yeterlidir..

Katılım tarihi gelecek cuma gününe kadardır...

Bu da benden size cuma hediyesi olsun..

Hediyemiz ise üstte gördüğünüz harika kıtaptır..Haydı kolay gelsin hepinize..

İyi hafta sonları..Sevgiler..Tuba

28 Kasım 2012 Çarşamba

Savaş ve hayat…


Savaş ve hayat…

Yeni bir yazı ve yeni bir günden hepinize merhabalar..

Bugün çok keyifli şeyler yazamayacağım için üzgünüm ama,
Dünya’nın diğer yarısında (çok uzağa gitmeyede gerek yok komşularımızda) savaşlar olurken nasıl bir yazı yazacağımı bilemiyorum..

Peki ya orda savaşın içinde hayatlar nasıl geçiyor,o çocuklar ne yiyor ne içiyor,minicik yürekler acıya nasıl dayanıyor işte ben asıl bunları hiç bilemiyorum…

Anneler tüm yakınlarını,eşini-çocuğunu yıkılan bir evin altında bırakmışken yeniden yaşamaya,nefes almaya nasıl tahammül ederler onu da bilemiyorum.
Biz birkaç gün markete gitmezsek dağ gibi eksik listesi yaparken,onlar bir ekmeği nerden bulur nasıl bulur da açlıktan ağlayan çocukları susturur onu da bilemiyorum.

Peki ben neyi biliyorum biliyormusunuz?
Duyarsızlığımızı biliyorum.
Bu ülkenin insanlarının ne kadar duyarsızlaştığını görüyorum.
Kimse kendini kandırmasın,Türk insanı hassastır,vicdanlıdır.merhametlidir! demesin..
Susturmayın vicdanınızı bunlarla..
Bal gibide duyarsız ve hatta duygusuzuz işte..
Empatiden yoksun,duygudan mahrum insanlara dönüşmüşüz işte.

Başka bildiklerimi de yazayımmı size,
Muhteşem diziler(!) başında  pinekleyen,günlerden gezmelerden geri durmayan,süsünden püsünden geri kalmayan insanlarız işte.
Savaş ve acı bu kadar yakınken bize duymayışımız görmeyişimizden yaınıyorum..

Hadi hadi mazur görebileceğim kişilerde var..Babalar mesela,aile idame ettirme derdinde olan babalar onları hoşgörebilirim.
Ama ya siz anneler,,,
Yüreği şefkatla dolu olması gereken duyarlılığı yüksek olan(!) anneler sizleri anlayamaıyorum ve hoşgöremiyorum..
Dua ediyoruz demeyin yapacağınız tek şey bu mu yani,elinizdengelen  bu mudur yani..

Yazık sana eyyyyyy insanlık ne hallere düştün.

Şunun altına şunu mu giysem bunun üstüne bunu mu alsam,şu çanta indirimdeymiş vs vs vs…

Bilmem ne derneğiyle şu kadar yardım göndermiş miş miş miş…
Hadi söyleyin bilmem kaç sıfırlı maaşınızdan tek sıfırlı yardım(!) yapmaya hele bide bunu lafını yapmaya utanmıyormusunuz?

Çok mu zor ihtiyaç dahilinde yaşamak …

O çok istediğimiz siyah çantayı almamak,yeşil elbisenin üstüne o çok uyan yeşil şalı takmamak.
Her elbisenin altına aynı renk ayakkabıyı giymek çok mu zor..

Bu açıdan bakınca ihtiyaç listesi bir anda yarıya iniyor değil mi?

Herkesi duyarlı olmaya ve ihtiyaç dahilinde yaşamaya çağırıyıorum..Uzak bir hayal değil…

Not:Sözlerim önce nefsimedir.
Tuba 

21 Kasım 2012 Çarşamba

Alternatif değil gerçek hayat bu!


Alternatif değil gerçek hayat bu!

19 Kasım 2012 / TÛBA KABACAOĞLU
İlk kez 2006’da ‘Alternatif Yaşam Planlaması’ adıyla blogunu yazmaya başladı. Şimdilerde günde 19 bin ziyaretçi onun neler yaptığını, denediğini yakından takip ediyor. Yazdıklarından etkilenerek ekolojik sera kurup orada yaşayan da var, apartman dairesinden müstakil eve taşınan da...
‘Dayatılan sistemin beni her geçen gün daha derine ittiğinin farkındayım. Kendi kendine yeten yaşam biçimi oluşturmak mümkün mü? İlk andan itibaren deneysel olmalı alternatif yaşam. An an, gün gün, ay ay, yıl yıl yapılanlar hangi çevresel faktörler altında, ne tür araçlarla, ne kadar malzeme kullanılarak yapıldığı kaydedilmeli. Ki; tekrarlanması durumunda aynı sonuca ulaşılsın ve bir manifesto oluşturulabilsin.’ 2006’da ilk yolculuğuna bu cümlelerle başlamıştı Faik Murat Ünel. Aradan 6 yıl geçti. Kurduğu ‘Alternatif Yaşam Planlaması’ bloguyla günde ortalama 19 bin ziyaretçiye ulaştı. Sistemin dışında başka bir hayatın varlığına yavaş yavaş birçok kişiyi inandırmayı da başardı. Kimi onun yazdıklarından ilham alıp işi gücü bıraktı, domates serası kurdu; kimi de şöhreti, kariyeri bir kenara atıp dağ başında yaşamaya başladı. İlk bakışta birçok kişi onu şehir kaçkını zannetti. Hâlbuki o, hem kendi hem de başkaları için adım adım alternatif yaşamı planlayıp ondan sonra çekip gidecekti aramızdan…

Akıllı binalara karşı çıkan, modern dünyanın dayatmalarını eleştiren Ünel’i İzmir Urla’daki evinde ziyaret ettik. Doğayla iç içe yaşıyor, eşini, çocuklarını da alternatif yaşam planlamasına dâhil ediyordu. Biz blogundaki fotoğraflardan daha fazlasına şahit olduk. Oturduk, uzunca sohbet ettik. Doğal yaşamın Ünel ailesine mutluluk, huzur ve enerji üflediğini gözlemledik. Belki onları dinledikten sonra siz de yaşamınızda bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünebilir, yeni arayışlara yönelebilirsiniz…
Murat Ünel, Mersin’de doğup büyümüş, doğal hayatla uzaktan yakından ilgisi olmamış klasik apartman çocuğu. Ama topraktan yaratılmış insanın toprağın bu kadar uzağına düşmesini hiç hazzetmemiş biri. Askerlik dönemi ise yeni hayatının temellerini ufak ufak attığı bir sürecin başlangıcı. Çünkü askerliğini “Sistemin içine dâhil olmadan acaba nasıl yaşayabilirim?” sorusunu düşünerek geçirmiş. Hatta arkadaşlarına gönderdiği mektuplarda çeri domates tohumu nereden alınır, civciv bakımı nasıl yapılır, mantar hangi şartlarda yetiştirilir diye sorup bilgi toplamalarını istermiş. Yıl itibariyle internet gibi bir nimetten de faydalanabilmek mümkün olmayınca gelen her yeni bilgi onun gelecek tasavvurunu biraz daha netleştirmiş. Vatani görevinden sonra büyük bir kitap mağazasında müdürlük yaparak başlamış yeni hayatına. İş yeri kapanınca Mersin’de uluslararası bir lojistik firmasına geçmiş. 2003’te tayini İzmir’e çıkmış. Hayallerini gerçekleştirebileceği, şehre de çok uzak olmayan bahçeli bir evi tercih ederek Urla Zeytinalanı’na yerleşmişler.
Önce ekip biçerek neler yapabileceklerini görmek istemişler. Bahçeye de kümes kurmuşlar. 1997’de Murat Ünel’in aklına koyduğu ‘Alternatif Yaşam’ fikrinin böylece ilk adımları atılmış. Sorunlar yaşıyormuş zaman zaman. Ama nereden bilgi alacağını bilemediği için de çoğu kez zor durumda kalıyormuş. Mesela, yeşil zeytinle siyah zeytinin iki farklı ağaç olduğunu sanıyormuş. Ya da tavuklarını bir türlü kuluçkaya yatıramıyor, sürekli bahçede gezinmelerini bayağı takıyormuş kafasına. Sonradan öğrenmiş ki tavukların yumurta vermesi için illa da kuluçkaya yatması gerekmiyormuş. Yaşadığı sıkıntılar ona rehber olmuş, benzer durumları şehirli her insanın da yaşayabileceğini düşünmüş. O zamanlar internette dahi bu tarz bilgilere rastlayamayınca iş arkadaşı Mehmet Kış’ın da ısrarıyla edindiği bilgi ve birikimi sanal dünyada paylaşmaya karar vermiş 2006’da. Hem başkalarını da ucundan kıyısından bu sisteme dâhil etmek hem de modern insanın büyük hayallerle çıktığı ‘doğal yaşam’ fikrinden, karşılaştığı sorunlar yüzünden vazgeçmesini önlemek istemiş. Blog yazarına göre internette yüzlerce farklı kek tarifi var. Gerekli malzemeleri koyup doğru sıcaklıkta pişirdiğinizde kekiniz hazır. Ama alternatif yaşam söz konusu olduğunda herkes için yapılabilir, uygulanabilir bir pratik yok. Farklı farklı ortam ve şartlarda deneyerek şehirli insanlar için araştırmak ve yazmak büyük ihtiyaç. İnsanlık için de önemli bir adım. Herkesin aynı koşulları tekrarladığında başarılı olabileceği bir form muhakkak olmalı. Şehirli insanlar toprağa dönüp ‘Doğal yaşamak istiyorum’ dediğinde de bu kaynaklardan kolaylıkla beslenebilmeli…
Alternatif Yaşam Planlaması şehirli insanlara kendi kendine yetebilir bir hayatı vadediyor. Nasıl derseniz; dışarıdan elektrik, doğalgaz gibi dış destekler almadan da ayakta kalınabileceğini anlatmaya çabalıyor genel anlamda. Planlama denmesinin sebebi ise Murat Ünel’in adım adım bu hayali nasıl gerçekleştirilebileceğini okurlarıyla paylaşmasından kaynaklanıyor. Evin enerji, su ve gıda ihtiyacı için 210’dan fazla proje var hâlihazırda. Ki bu rakam her geçen gün artıyor. Zira, Ünel hem kendi denemelerine devam ediyor hem de dünyadaki örnekleri bir bir inceleyip bunları Türkiye şartlarına titizlikle uyarlıyor.
Şimdilik 1700 kitap okudum
Mevcut projelerin hepsini okuduktan sonra kafanızda şöyle bir hayat canlanıyor; genişçe bir arazi üzerinde doğal yaşam döngüsünü bozmayan, yağmur sularını biriktirebilen, güneş ışınlarından enerji üretebilen, evdeki atık suların bile rezervuarlarda değerlendirildiği, tamamen doğal malzemelerden yapılmış mütevazı bir ev… Arazinin bir kısmında keçi, inek besleniyor. Sebze-meyve ihtiyacı mevsimine göre tarladan elde ediliyor. Ailenin maddi kaynaklı ihtiyaçlarını karşılamak için arazinin yarısından fazlasına ceviz ağacı dikiliyor. Nar ve zeytin ağaçlarıyla da bu kombinasyon destekleniyor. Kaba taslak böyle bir düzenlemeyle aile gündelik ihtiyaçlarının büyük bir kısmını dışarıdan herhangi bir destek almadan karşılayabiliyor. Satın almaları gereken hizmetleri de maddi kaynaklardan pay ayırarak dışarıdan tedarik ediyor. İlk kuşak ay ay, hafta hafta arazi üzerinde neler yaptığını, hangi problemle karşılaştığını, uyguladıkları doğal çözüm yöntemlerini ayrıntılarıyla raporluyor. Böylece ikinci kuşağın işi biraz daha kolaylaşıyor. Yazarın hesaplamalarına göre üçüncü kuşağın maddi imkânları diğerlerine oranla oldukça genişliyor. İkinci ve üçüncü kuşağın bu yola baş koyması içinse çok küçük yaşlardan itibaren minikler toprakla haşir neşir ediliyor, tabiatın farkına varması, sevmesi, gücünü hissetmesi konusunda yol gösteriliyor, ‘onlar küçük’ demeden sorumluluk veriliyor ve çiftlikteki tüm aktivitelere çocuklar da dâhil ediliyor, sahiplik duyguları her fırsatta artırılıyor...

Tabii yapılacaklar bunlarla da sınırlı değil. Yazar, alternatif yaşama hazırlık evresini çok önemsiyor. Bunun için de kişinin belli becerileri kazanması gerektiği üzerinde duruyor. Zaten blogundaki birçok faaliyeti de bu kapsamda değerlendirmek mümkün. Murat Ünel; aşçılık, inşaat, marangozluk, kaynakçılık gibi becerilere, yani iyi bir ‘kas hafızasına’ sahip olmak gerektiğini belirtiyor: “Alternatif yaşamı yapacak kişi her anlamda kendini geliştirmeli. Benim avantajım bu zamana kadar farklı işlerde çalışmam. Bilkent Turizm Otelcilik mezunuyum. Hilton’da aşçılık yaptım. Yemek temel taşlardan biri. İsrail’de inşaat firmasında çalıştım. Duvar örebilmek çok önemli. Ziraat ve hayvancılık alanında kendimi geliştiriyorum. Alternatif yaşamda bir yerden bir yere motorla ulaşım sağlayacağım için motor ehliyeti aldım. Kendi üretimimi kendim yapacağım için zeytinyağı üretim-tadım kurslarına katıldım. Her ayrıntısı düşünülmüş, başarılı projeler yazabilmek için proje yazım kurslarına katıldım. 1700 civarında alternatif yaşamı ve felsefesini destekleyecek yerli ve yabancı kitap- ansiklopedi okudum. Gaia Education da Online Sürdürülebilir Yaşam Eğitimi’ne başvurum kabul edildi. 2 yıl boyunca haftada 12,5 saat Ekoloji Dizaynı üzerine eğitim alacağım.”
Ünel iyi derecede İngilizce ve İbranice biliyor. Bundan dolayı yabancı kaynakları da yakından inceliyor. Bu da yazılarına ayrı bir orijinallik, derinlik katıyor. Alternatif Yaşam’ın hayata geçmesi için ortalama 150 dönümlük bir araziye ihtiyacı var yazarın. An itibariyle henüz bu kadar geniş bir araziyi satın alamasa da bunu çok önemsemiyor: “Alternatif yaşamı hayata geçirebilmek için çok fazla birikim gerekiyor. Arazi işin en kolay tarafı. Ona bir günde bile sahip olabilirsiniz. Ama alternatif yaşamı orada kurgulamak yıllar sürer. Ekolojik bir ev için bile ortalama 6 ay araştırma yapmak lazım. Ama bende gerekli tüm bilgiler ayrıntılarıyla mevcut. Gerisi nasip artık.”
Alternatif yaşam planlaması, ailenin hayatında birçok şeyi değiştirmiş. Mesela tatil anlayışları da gündelik yaşantıları da şehirli ailelerinkine benzemiyor. Alternatif yaşam planlamalarında onlara yardımcı olabilecek deneyim ve bilgileri elde edebilmek için, herkesin gittiği tatil beldeleri yerine Kaman’a gidip ceviz üzerine araştırmalar yapmak ya da Uşak’ta doğal taşları tanımak, konunun uzmanlarıyla tanışmak için seyahat ediyorlar. Hafta sonları da sabah uyanır uyanmaz “Bugün nereye gitsek? Ne alsak?” diye düşünenlerden değiller asla. Çünkü kendilerini en mutlu hissettikleri mekân evleri. Bundan dolayı cuma akşamından hafta sonlarını planlıyorlar. Sabah erken saatlerde güzel bir kahvaltıyla başlayan gün; bahçe işleri, yeni araştırmalar, deneyler, kış mevsimi hazırlıklarıyla son buluyor. Hayatlarının artık büyük bir kısmı da rutine binmiş zaten. Fakat her yıl aynı zamanda yaptıkları olağan aktiviteleri blogda paylaşmıyor, sağlıklı bir planlama için sadece yeni bilgi ve deneyimlerin aktarılması gerektiğini düşünüyorlar.  
Kızları Derin (6) ve oğulları Tuna da (4) anne babasına yardım ediyor. Evde ne yapılırsa yapılsın hiçbir aktiviteden mahrum kalmıyorlar. ‘Sen bunu yapamazsın, sakın elleme!’ gibi cümleler bu evde asla kurulmuyor. Onların da işçi tulumları, plastik çizmeleri var. Yeri geliyor duvar boyuyor, yeri geliyor nar ekşisi için nar tanelerini ayıklıyor ya da fasulye kırıp elde ettikleri atıkları da kompost için değerlendiriyorlar. Bahçedeki yabani otlar da yine onların sorumluluğunda. Bu vesilelerle miniklerin kendilerine güveni o kadar artmış ki her yükün altından kalkabileceklerini düşünüyor, sürekli ‘Ben yaparım’ diyorlar. Derin, bu sene ilkokula başlamış. El becerileri, doğayla ilgili bilgileri yaşıtlarına göre çok daha ileri seviyede. Hatta öğretmeni bile işin sırrını merak edip sormuş annesine. Evde grup çalışmalarına alışmış Derin, okulda da grup liderliği yapıyormuş. Tüm bu gelişmelerden en çok da anneleri Nazan Hanım memnun: “Enerjilerini dışarıda atıyorlar. Stresli değiller. Sakin, huzurlular. Yaşıtlarına göre bana daha az ihtiyaç duyuyorlar. Ne yaparsak bize eşlik ettikleri için evde herhangi bir aktivite arayışına girmiyoruz. Akşamdan ertesi gün yapacaklarımızı konuşuyoruz. Bunun üzerine hayaller kuruyor, sabah uyanır uyanmaz tulumlarını giyip işe başlamak istiyorlar.”
Derin ve Tuna yaşındaki çocukların birçoğu ya oyuncaklarıyla oynuyor tüm gün ya da televizyon izliyor. Ama onların özellikle de bahar ve yaz aylarında oyuncaklarıyla oynayacak vakitleri dahi olmuyor. Televizyon ise neredeyse hiç yok hayatlarında. Sadece akşam haberleri için basılıyor düğmeye. Nazan Hanım yaşıtlarının aksine ‘Canım sıkılıyor’ diye hiç sızlanmadıklarından da bahsediyor. Evlerinin bir odasını sese karşı yalıtmışlar ailecek. Elektrogitardan tutun da davullara kadar birçok müzik aleti var. Davulların boyları çocuklara göre ayarlanmış. İsteyen alt kata inip davul çalışıyor ya da spor aletleriyle antrenman yapıyor. Hasılı ailenin evi, hayatları demek… Hatta “Bir yıl evden dışarı hiç çıkmasak ne canımız sıkılır ne de yapacağımız işler biter.” diyorlar.
Tabiat insana sabrı öğretiyor
Şu an bir lojistik şirketinin pazarlama bölümünde yönetici olarak çalışan Murat Ünel, blogunda her gün işine gidip gelen biri gibi görünmese de sabah 8, akşam 5 çalışanlardan. Hatta günde 2,5 saatini yolda geçiriyor. Bu durumdan da hiç hoşlanmıyor: “Yılın 1 ayını işe gidip gelmek için harcıyorum. Bu bile alternatif yaşama geçmek için önemli bir sebep. Çiftliği hayal edin. Bahçenize gideceksiniz, çalışacaksınız ve yürüyerek eve geri döneceksiniz. Günlük programınızı siz yapacaksınız. Mevsimlere göre yaşayıp çalışacaksınız.”
Murat Ünel meşakkatli iş hayatına rağmen doğal hayatın ona bayağı iyi geldiği kanaatinde: “40 yaşındayım ama kimse buna inanmıyor. Çok stresli yoğun bir gün geçirdiğimde eve gelip çıplak ayakla yürüyorum bahçede. Monoton bir şey yapıyorum, otları yoluyorum. Tespih çekmek gibi. Rehabilite ediyor. Elim toprağa değiyor. Negatif enerjimi atıyorum. Arkadaşlarım beni ve ailemi oldukça renkli buluyor. Hepimiz hissederek yaşıyoruz. İşin sırrı bu bence. Hayat mucizelerle dolu. İnsana sabrı öğretiyor tabiat. Her şeyin bir zamanı olduğunu hatırlatıyor her an. Bunları daha önce bilmezdim. Doğayla bütünleşmeye çalışırken yeni arayışlara da girdim. Mesnevi’yi okudum, çok etkilendim. İslam diniyle alakalı fikirlerim daha netleşti.”
Aile zaruri ihtiyaçların dışında evden çıkarı çıkmayı pek sevmiyor. Hatta kışları market alışverişlerini bile internet üzerinden yapıyor, misafirlerini de kendi mekânlarında ağırlıyorlar. Evlerine gelip gidenlerin bir kısmı Ünel Ailesi’nden etkilenmiş ve apartman dairesinden müstakil eve taşınmış. Ayrıntıları Nazan Hanım’dan öğreniyoruz: “Arkadaşlarımız bahçeli eve geçince toprağı ekip biçmeye başladı. En azından biberlerini, domateslerini kendileri yetiştiriyor şimdi. ‘Önceden kuaförde harcadığım zamanı artık bahçede geçiriyorum. Çok rahat, stressizim.’ diyorlar. Bu gelişmeler bizi çok mutlu ediyor.”
Murat Bey’in alternatif yaşam planlamaları vesilesiyle bayağı bir çevresi genişlemiş. Bundan dolayı da telefonları hiç susmuyor. Emeklilik, ceviz bahçesi projesi, marangozculuk, doğal yaşam pratikleri, inşaat, müzik eğitimi, lojistik gibi birçok konuda danışılan, görüşü alınan biri çünkü. Bu durumdan rahatsız değil tabii. Fakat kendinin de sorup bir şeyler danışabileceği arkadaşlarının olmasını çok istiyor. Komşuları da Ünel ailesini blogundan takip ediyor. Hatta denemelerinde başarı elde edemeyenler soluğu onların evinde alıyor. Bizzat uygulamaları yerinde inceleyerek nerede yanlış yaptıklarını anlamaya çalışıyorlar. Tüm bunları anlatırken bile Murat Bey’le Nazan Hanım büyük memnuniyet duyuyor. Mutsuzluğun salgın bir hastalık hâline geldiği modern dünyada, Ünel ailesi mümkün olduğunca doğallaşarak huzuru, dinginliği ve mutluluğu yakalamışa benziyor. Tabii aile içindeki hareketliliği, sıcaklığı, aktiviteyi artıran en önemli unsur sürekli deneme ve araştırmaların devam etmesi. Nazan Hanım, “Hiç mezun olamayacağımız bir okulda okuyoruz.” diyor: “Hep yeni bilgiler, yeni heyecanlar. Gündemimiz, konuşacaklarımız, işimiz, yoğunluğumuz çok şükür hiç bitmiyor. Herkese de böyle bir hayatı tavsiye ediyoruz.”
‘Sürdürülebilir yaşam mühendisliği’ bölümü için üniversitelerle görüşeceğim
Sürdürülebilir yaşam konusunda 2 yıl sürecek yeni bir eğitime başladım. Dünyada henüz çok yeni bir uygulama. İlk kez dersler 2008’de başlamış ve şimdiye kadar tüm dünyada sadece 1800 kişi bu eğitimi alabilmiş. Eğitimin Sosyal Eğitim (Ekoköy oluşumları temel konu), Ekolojik Eğitim (Yeşil mimari, yenilenebilir enerji, organik tarım, yerel beslenme), Ekonomi Eğitimi (küresel ekonomiden yerel ekonomiye geçiş) ve Küresel Eğitim ( Kişisel ve küresel sağlık, yeniden doğa ile bağ kurmak) gibi 4 ana başlığı var. Üniversite Barcelona’da, eğitimin merkezi ise İskoçya. Hocalar Fransa, Güney Afrika, Meksika gibi farklı farklı yerlerde. Eğitim süresince birçok grup çalışması yapacağız. Farklı uluslardan katılımcılarla tanışıp deneyimlerimi onlarla da paylaşacağım. Aldığım eğitimin bir benzerini Türkiye’de oluşturmak için üniversitelerle görüşmeyi planlıyorum. “Sürdürülebilir Yaşam Mühendisliği” olarak tanımlayabileceğim; ziraat, hayvancılık, inşaat bilgileri, marangozluk, gıda üretim ve koruma, enerji, ekonomi, sosyoloji gibi ‘kendi kendine yeten yaşam’ için eğitim veren 4 yıllık bir bölüm hayal ediyorum. Bakalım bu projeyi kimlerle, nasıl gerçekleştirebileceğiz?
Blogun en çok tıklanan konu başlıkları
Pekmez yapımı, sirke yapımı, evde soğuk sıkım zeytinyağı, üzüm macunu, ceviz bahçesi tecrübeleri, Saanen keçisi, nar ekşisi yapımı, buğday-mercimek filizi, yabani otlara çözüm getiren örtüleme (malçlama), Paylaşım Bahçeleri Projesi (PaBa), sandık seraların yapımı ve sebze dikimi, yağmur suyu toplama, güneş ile ısınma, güneş panelleri uygulamaları, mercek (büyüteç) ne kadar ısı üretir, su arıtma yöntemleri, deniz suyundan içilebilir su elde etme. (Güneş olduğu sürece deniz suyundan içecek su elde edebilmek mümkünmüş. Bunun içinse basit birkaç alet yeterliymiş. Her evde benzer bir sistem kurulup zor dönemde içme suyu bu şekilde elde edilebilirmiş. Ayrıntılar ve Murat Bey’in deneyimi çok yakın zamanda blogunda yer alacak.)

Not:Aaksıyon dergısınden alıntıdır..Harıka degıl mı?

7 Kasım 2012 Çarşamba

Piknik üzerine düşünceler...



Merhaba…

Bu sonbahar gününde size yazı hatırlatmak ve piknik üzerine bazı gözlemlerde bulunmak istiyorum..

 Keyifli ve güzel bir yaz geçirmiş olmanız temennisiyle başlayalım yazacaklarımıza…

Piknik öyle sanıyorum ki sadece biz Türklerde olan bir adet-gelenek-ya da kavram..Siz hangi gruba sokarsanız artık.
Piknik keyif aldığımız,doğaya toprağa yani öze yaklaştığımız aslında çok kıymetli zaman dilimleri..Keşke bu önemli vakitleri sadece yeme içme olarak görmesek ve farklı kazanımlarda bulunabilsek ailemizle..Temennimiz bu olsada pratikte bunu göremiyoruz..

Neyse bu kısma girmeden pikniğin çocuklarımıza yansıyan yönünü konuşalım istiyorum sizinle..

Piknik deyince ev şenlenir,çocuklar coşar,anneler hazırlığa başlar değil mi..
Etler hazırlanır,tabaklar paketlenir,birde mangal kömürü koyduk mu haydi herkes pikniğe………….

   Peki bu filmin gerisi nasıl gider yada nasıl biter bir bakalım mı beraber.

Anneler sofra hazırlama derdinde,babalar kendi keyfinde,çocuklar oyun harbinde..
Hepsi kendi dünyasında dört nala at koşturan bir aile…Hazin değil mi?

Piknik beraber paylaşımlarla güzelleşeceği yerde ayrı dünyalarda yaşanıyor ve bitiyor maalesef.
Halbuki bir çocuğun aidiyet duygusu kurması için ne güzel bir fırsattır piknikler.
Babalar kendi aralarında,anneler kendi aralarında gün geçıreceklerine beraberce yapılmış olsa keşke...
Mesela yemek işi anneye külfet olmaktan çıksa ve babalar da bu işe el atsa.Hatta evet hatta çocuklarda ateş yaksa burada da farklı bir kazanım elde etse bu sayede,

Sofra beraber kurulsa,beraber toplansa,
Piknik sadece mangal olmaktan çıkarılsa ve beraber oynandığı,eğlenildiği,keşfedildiği bir faaliyet olsa,
Anneler çocuklarıyla yakan top oynasa,ip atlasa,
Babalar belki futbol yada başka bir oyunla keyif içinde oynasa,
Yemekten sonra doğa yürüyüşüne çıkılsa hep birlikte,
Mercek götürülmüş olsa böcekler incelense,
Çuval götürülse zıplama yarışı yapılsa,
Yoğurt götürülse içindekı bozuk para bulunmaya çalışılsa,,,,

Benim keşkelerim bitmeyecek ama bunlar da imkansız şeyler değil öyle değil mi???

Sevgiler..Tuba…

24 Ekim 2012 Çarşamba

Evde doğal bayramlık çikolata...

Çikolata! Çikolata yapımı ile ilgili hep şurdan burdan duyduğum tarifler vardı aklımda. Geçen gün mutfağa girdiğimde bütün bu parçaları birleştirdim ve ortaya çok lezzetli bir şey çıktı. Sanırım buna “Organik Çikolata” diyebiliriz : ) TARİF: 1. Kakao yağını benmari usulü eritin. 2. Tencereye kaymağı koyun, biraz eritin. 3. Üzerine kakao yağında çırptığınız yumurta sarısını ekleyin. Karıştırın. 4. Yavaş yavaş kakaoyu ekleyin. Eğer bitter kıvamında olmasını isterseniz 4-5 çorba kaşığı ekleyebilirsiniz. Bu esnada hiç durmadan karıştırmaya devam edin. 5. Bir müddet sonra kakao yağı kakaolu karışımdan ayrışmaya başlayacak. Şekeri yavaş yavaş ekleyin ve çırpın. 6. Fındıkları ekleyin çırpmaya devam edin. 7. Ateş mümkün olduğunca kısıkta iken 7-10dk kadar karışımı çırpın. Kakao yağı kakaolu karışımla tekrar bütünleşmeye başlayacak. 8. Altını kapatın ve soğuyana kadar hafifçe karıştırın. 9. karışımı 2cm kalınlığında yayabileceğiniz çelik bir kaba alın(ben dikdörtgen kek kalıbı kullandım). Buz dolabında 1 gece dondurun. 10. Ertesi gün istediğiniz şekilde keserek servis edin. NOT: Bu tarife 1 çay bardağı kadar süt ekleyerek çikolata sosu elde etmek de mümkün. En yakın zamanda profiterol tarifi paylaşıp ev yapımı çikolata sosunu da deneyeceğiz. Afiyet olsun. Malzemeler • 1 kase yağlı organik süt kaymağı • 1 çay bardağı benmari usulü eritilmiş kakao yağı • 3-4 çorba kaşığı organik kakao • 3-4 çorba kaşığı kaya şekeri veya bal • 1 çay bardağı taze kırılmış ve hafif dövülmüş fındık için • 1 tane organik yumurta sarısı Not:Bu tarifi çok uzun zaman önce alıntı yapmışım am nerden aldığımı unutmuşum bilginize...Tuba

5 Ekim 2012 Cuma

Çocuklara Okunası Kitaplar Listesi...


Merhabalar,
Uzun bir süredir siz annelere söz verdiğim yazıyı kaleme almak zamanı geldide geçiyor bile…
Bugünkü konumuz hikaye,çocuklarımıza okuyabileceğimiz hikaye kitaplarından bahsetnek istiyorum..Yazacağım tüm kitaplar bizim tecrübe ttiğimiz kitaplardır biline.

Kitap isimlerine geçmeden önce genel birkaç bilgi paylaşayım sizlerle.
Okunan hikaye ve masaların içerisinde küfür,şiddet,savaş ve psikolojık şiddet gibi şeyler olmayacak.Hayali varlıklar olmamalı cin,dev vs gibi.
Eşyanın tabiatına aykırı şeyler olmamalı mesela otobus konusmamalı,çekmece canlanmamalı gibi.Biliyorum bunlar size şirin gelebilir ama çocukların bizimle aynı kanaatte olduklarını sanmıyorum.
Bu kadar bilgi yeter diyelim ve gelelım kitap isimlerine..
En baştan belirteyim bunlar benim bulabildiğim ve okuyabildiğim en hasarsız ve uygun olanları.Eğer varsa sizin bildiğiniz kitaplar bildirin bize lütfen. 
                                
                            Haydi başlayalım…..
1.Kızıma bir yaş civarında aldığım sanırım ilk klitaptı MASAL OTOBÜSÜ DÜT DÜT .Ilk okul çocuklarının elınde de timaşın bu serisini çok görüyorum.Gelelim görüşlerime bu kitapta çok uygunzsuz hikayeler yok.Uygun görmediklerinizi değiştirebilirsiniz okurken tabii kiii.
Uzun bir süre bize yetmişti bu kitap.

2.Timaşın bu serideki diğer kitabına geçelim MASAL TRENİ ÇUF ÇUF.Bir çok annenin bana tavsiyesiyle aldığım ve hayal kırıklığı yaşadığım bir kitap.Neden mi?İçindekılerden örnek vereyim isterseniz size;Bir hikayede yavrusu kaybolan bir anne ceylan kitabın üstüne eğilerek ağlıyor ve gözyaşları kitaba damlıyor,gözyaşları kıtaptakı yavru ceylanı canlandırıyor ve kitaptan dışarı çıkıyor.Bu hikayeyi bir çocuğun nasıl algılayabileceğinibir düşünün derim sadece.Kitaptaki bir çok hikayeyı keserek çıkarmak zorunda kaldım.Yarısı çıktıktan sonra okunabilecek birkaç hikaye kalır sanıyorum.

3.Tali serisi var birde.Serinin tüm kitaplarını ayrıntılı yazamayacağım ama önce olumsuzu gösterip sonra olumluyu öğretiiği için bir çok annenin ortak görüşü çocuklarda davranış bozukluğuna sebep olduğudur.Sahsı kanaatımde aynı yonde.

4.Gelelim timaşın mini masallar serisine..Merak etmeyin bu seriyle ilgili söyleyeceğim iyi şeylerde var.Keşke bu serinin kahramanları insan olsaydı çok daha iiy olurdu demekle başlayalım öncelikle.Bu seri sanırım 30 küçük kitapçıktan oluşuyor.Biz de sanırım 20 sını aldık.
    Önce içlerinde olumlu,okunası gördüklerimi yazayım.

         1.Sincap nazik.Konusu misafirperverlik çok hos bır hikaye olmus dogrusu.
         2.Penguen karcan.İki kardeş penguen anlatılıyor.Bri olumlu düsünen biri olumsuz.Okunabilir.
         3.Küçük kurbi.Annesini kaybeden bir yavrunun arayısı anlatılıyor.Acaba çocuklarda da anneyı kaybetme kaygısı yasatır mı dıye endıse etmekteyım.
         4.Küçük poni.Başka bir şehre taşınan bir aıleyı anlatıyor.Çok hoş bu kıtapta.Okunabilir.
         5.Timbo ile zimbo.İçinde kıskanclık duygusu işlenmis.
         6.Pti ve sınıfı.Ortak bır calısmayla piyes hazırlayan bir snifi anlatıyor.Okunabilir.
         7.Pamuk ve tekir.Aynı evde yasayan ıkı arkadas analtılyıor.Biri dağınık biri düzenli.
         8.Ayıcık nanu.Okurken çok hüzünlendiğim hikaye.Hasta olan annesi hastaneye yatınca babsıyla kalan bir yavruyu analtıyor.Okunabilir.
        9.Panda pandi.Kardeşi doğan bir abla anlatılıyor.Okunabilir.
        10.Japon balığı şıp şıp.Okunabilir.
        11.Kanguru hopidik.Hoş bir hikaye.Empatı ye katkısı olacağını sanıyorum.
        12.Karga gak guk.Yıkanmaya sevmeyen bır karga anlatılıyor.Okunabilir.
        13.Cimi,cici ve kıpr.Özürlü hayvanların hayata küsmelerını anlatıyor.Okunabilir.
        14.Vak vak vaki.Çiçek bahçesi yapmak isteyen bir ördek anlatılyor.Okunabilir.

Şimdide gelelim bu seride olumsuz bulduğum kitaplara….

       1.Pembe kulak.Genel olarak bir şey yokmuş gibi gözüksede kurt lu sahne cok sakıncalı.
       2.Meraklı pot pot.Uygub değil.
       3.Bıcırık todi.Dersini yapmadığı için azarlanan ve ceza alan bir köpeği anlatıyor.Bende uygun değil
Benim mini masallarda almadığım diğer kitapların hiakyelerinde de canlanan çekmeceler var mesela,konusan kuklalar.Bunları uzmanlar önermediği için almıyoruz.
Mini masallarda en olumlu gördüğüm resimlemeler.Çocukalr bunlara bayılıyor.Küçük çocuklara çok güzel hitap edıyor.Bol resimlı ve az yazılı.Yazacak daha çok kitap olsada şimdilik bunlarla yetinelim ısterseniz.

 Son olarak bir uzman olmadığımı sadece bir anne olduğumu bunları anne gözüyle yazdığımı söylemel isterim.SEVGILER…

Not:izinsiz alıntı yapılamaz.

25 Eylül 2012 Salı

“Toplumsal Erdem”i yakalayabilmek için...

Adem Güneş                              AKSİYON
“Toplumsal Erdem”i yakalayabilmek için...

Uzunca zamandır çocuğun ceza ile “adam” edilemeyeceğini, ceza ile “adam edilmiş” çocuğun ise adam olamayacağını yazıyorum, çiziyorum, anlatıyorum.

Çocuk, ceza ile terbiye olmaz, diyorum.
Cezanın yıkıcı tesirinden bahsediyor, ceza alan ceza vermeye başlar, böylece ceza bir süre sonra şiddete dönüşür ve şiddet kısırdöngüsü içinde aileniz acı çeker, diyorum.
Ama şiddet ruhumuza öylesine sinmiş ki bir bardak suyun içine damlayan bir damla mürekkep gibi, ayrıştırmak neredeyse imkânsız hâle gelmiş.
Hâlbuki çocuk, yetişkinden alacağı ceza korkusu ile değil, yetişkine duyduğu “güven” duygusu ile ancak “insan” olabilir.
Öğretmen ödevini yapmadı diye bir çocuğu sınıf içinde azarlasa, kolundan tutup dışarı çıkartsa, aşağılasa, belki bir sonraki sefere o çocuk ödevini yapar getirir ama o öğrencinin içinde tuhaf bir şekilde kopan, güven duygusudur. “Kendisine karşı güven duygusu kaybedilmiş bir yetişkin” dünyanın en iyi öğretmeni dahi olsa “insan” yetiştiremez, yetiştirse yetiştirse, belki iyi bir matematikçi, iyi bir mühendis, iyi bir bankacı yetiştirir o kadar.
Çocukluk yıllarında güven duygusunu yitiren kişilerin benlik yapıları kaygılı olur.
Kaygı ise birçok davranış bozukluğunun temelidir.
Anne babasının bu denli üzerinde baskı kurduğu çocuklara bakıyoruz; bazen “kimlik kaygısı” oluşmuş, bazen “sınav kaygısı”… Aslında kaygısızca sınava girse çok daha başarılı olacağı hâlde, sınav sonunda kendisine yönelen bakışlara nasıl karşılık vereceği düşüncesi, bildiği soruları bile yapamamasına sebep oluyor. Unutuyor çocuk… Beyni durmuş gibi hatırlayamıyor kaygıdan… Kaç defa gördüm, sınav günü yaklaştıkça suratı bembeyaz olan, panik atak nöbetleri başlayan, ortaokul-lise öğrencisi olduğu hâlde altını ıslatmaya başlayan çocuklarlar var... Yazık değil mi bir insanı bu hâle sokmaya.
Çocuk eğitiminde yöntem bu mu olmalı?
Yöntem bu olursa, kendisine şiddet uygulanan çocuk da gider kendi gücü yettiği kişiye şiddet uygular.
İşte rakamlar ortada, merak eden gitsin baksın. TÜBİTAK’ın Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi ile yaptığı ortak çalışmada liselerde akran şiddeti yüzde 90. Yani her 10 lise öğrencisinden 9’u okuldaki diğer öğrencilerden şiddet görüyor. Hem de bunların yüzde 20’si cinsel şiddete maruz kaldıklarını ilan etmişler bütün yetkililere. Rastgele bir çalışmadan değil, tam 10 bin öğrenci üzerinde yapılan bilimsel bir çalışmadan bahsediyorum.
Biz yanıldık… Eğitimciler yanıldı… Yöneticiler gerçekten çok yanıldı…
Çocuk ceza ile yetişmezdi. Ceza ile çocuk yetiştirmek bir gelenek hâline geldi. Başka da bir yöntem bilemez olduk şimdilerde.
Mevlana’nın yaşadığı bir ülkede, insanları güven duygusu içinde yetiştirmek yerine, onları “kedi” terbiye eder gibi, sıkıştırarak, ezerek, döverek, ceza vererek terbiye etmeye kalkınca sonuç bu oluyor işte.
Mevlana’lar artık yok ortada… Olsa bile önce anne babası kabul etmiyor yumuşak huylu, halim selim çocuğu. “Böyle mıy mıy mıy olursan tabii okulda da dayak yersin, sokakta da!..” diyerek çocuklarını şiddete teşvik ediyor ebeveynler.
Evde böylesi şiddet için davet alan, okulda kendisine şiddet uygulanan çocuk, içindeki bu zehri sokaklara kusuyor.
İşte bakın, trafikte şiddet…
Aile içinde şiddet…
Kadına şiddet…
Markette şiddet…
Siyasette şiddet…
Medyada şiddet…
Reklamda şiddet…
Kendisine ve ailesine onurlu bir yaşam sunmak isteyen ebeveynler ciddi bir karar verip neredeyse toplumsal cinnete dönüşmüş olan şiddet kısır döngüsünden çıkmayı başarmalıdır.
Erdemli olmak, kendini ezdirmemekle değil, başkasını ezmemeyi öğrenmekle olur…
Ve toplumsal erdemi yakalamak, kendini korumak için saldırganlığın öğretilmesi ile değil, başkalarına güven ve emniyet sunabilecek kadar duyarlı bireylerin yetiştirilmesi ile mümkündür...

21 Ağustos 2012 Salı

Evde doğal oda spreyi yapımı....

Evde doğal oda spreyi yapımı....

Merhaba uzun süredir size yeni tarif vermedim,bugün size bir bayram hediyesi vermek istedim....

Buyrun efendim DOĞAL ODA SPREYİ TARİFİME,,,,,

DOĞAL ODA SPREYİ nasıl mı yapılır,buyrun malzeme listemize:

  DOĞAL ODA SPREYİ 

Bir çay bar. saf gülsuyu.
Sprey şişesi
Aromatik yağ(ben genelde yasemin çiçeği kullanıyorum kokusu bır harıka)
Su

Gelelim DOĞAL ODA SPREYİ yapılışına;

Aromatik yağımızdan istediğiniz kadar saf gülsuyuna katıyoruz.Tam bir ölçü veremeyeceğim çünkü sizin nasıl bir koku istediğinizi bilemiyorum:)

Az bir miktar koymanızı öneririm.Sonra şişeye boşaltın bu karışımı ve üstüne dolduyun suyu.Eğer koku hafif gelırse ılave edin yağdan.Alın size DOĞAL ODA SPREYi.

Benim gibi verin kızınızın eline bütün odalara sıkarak gezsin.
Hem oyun hem eğlence hem doğal...Var mı daha iyisi.

Hatta yapın bir kaç şişe wc ye banyoya koyun.Hemen sıkın her istediğinizde.

Kimyasal olmadığı ve baska bir şeyle seyreltilmediği için uzun süre kokusu kalıcı olmayacaktır bilginize.

Hepinize güzel kokulu mutlu bayramlar..

Not:İzinsiz alıntı yapılamaz.

17 Ağustos 2012 Cuma

DÜNYAYI KURTARAN SÜPER DADI YARAMAZ ÇOCUĞA KARŞI…


DÜNYAYI KURTARAN SÜPER DADI YARAMAZ ÇOCUĞA KARŞI…

Süper Dadı, reality şov şeklinde yıllardır İngiltere ve Amerika gibi ülkelerde yayınlanan ve eğitimcilerin ve pedagogların tepkisini çeken bir program. Çocukların “yaramaz çocuk”, ailelerin “cahil ve beceriksiz” veya “fazla yumuşak” gösterildiği ve görünen problemleri çözmeye yönelik bu tür programlar yerine, güzel temeller inşa etmeye yönelik programları sabırsızlıkla bekliyorum.
Süper dadı programının Türkiye’de başlayacağını duyunca içimi büyük bir sıkıntı sarmıştı. Eyvah, dedim içimden. Programa katılma şartlarını okuyunca gülmek ile gerilmek arasında tereddüt yaşadım. Belli bir aile ve çocuk profili görecektik ekranda: (1) En az üç çocuk sahibi. (2) Çocuklardan en büyüğü 8 yaşında. (3) “Yaramaz ve söz dinlemeyen çocuklar.” Yani, en kötü durumdan, tersten başlayacaktık çocuk terbiyesini düşünmeye. “Yaramazlık yapan çocukları düzeltmek” gelecekti aklımıza annelik babalık ve çocuk terbiyesi dendiğinde…
Süper dadı, reality şov şeklinde yıllardır İngiltere ve Amerika gibi ülkelerde yayınlanan ve eğitimcilerin ve pedagogların tepkisini çeken bir program. Çocuk problemi olarak sunulsa da aslında bir haftada çözümü mümkün olmayan aile problemlerini sihirli değnekle çözen tatlı cadı görünümündeki Joe Frost’un ve diğer süper dadıların imajı, bazı ailelerin şikâyetlerinden sonra yerle bir olmuştu. Bilinen bir örnek de İngiltere’de 4 yaşındaki bir çocuğun, süper dadı ziyaretinden bir süre sonra evini ateşe vermesiydi. Bu aile, çocuklarının rol yaparak ağlamaya teşvik edildiğini, aslında çok sevdikleri arka bahçe toplama işinin kurguyla süper dadının başarısı olarak gösterildiğini belirtmişlerdi. Haberin ayrıntıları arasında da, anne ve babanın program yayınlandıktan bir süre sonra zaten boşandığı geçiyordu. Bence programın en trajik olan ve anne-babanın kendilerine olan güvenini yerle bir eden anı ise dadının “cık cık cık, şu hale bak” nidaları eşliğinde yaptığı gözlemleri onlarla paylaşırken, çaresiz kaldıkları veya çileden çıktıkları anların videoda kendilerine gösterilmesi sonucu anne ve babanın utanmaları veya ağlamaları ve “Ben bu işi beceremedim” demeleriydi. Demeliydiler de, çünkü süper dadı az sonra onlara ve çocuklarına neyi yanlış yaptıklarını işaret parmağını sallayarak anlatacaktı.
‘SÜPER DADI’ FORMATINA NEDEN KARŞIYIM?
Şimdi esas meseleye gelelim: Öğretmen yetiştiren bir eğitimci ve iki çocuk annesi olarak neden süper dadıya karşıyım? Bunun altında yatan düşünce, bir televizyon programına kafayı takmış kıskanç ve narsist bir psikoloji değil elbette. Programın altında yatan felsefeyi çocuklarımızın karakter gelişimi için tehlikeli görüyorum da ondan.
Birincisi, süper dadı, bir sorun üzerine aileyi ziyaret ederek çocukların ortaya çıkan olumsuz davranışlarını yok etme teknikleri üzerine kurulmuş bir program. Yani davranışa eğiliyor ve davranışı ceza ve ödül teknikleriyle değiştirmeye çalışıyor. Davranışçı düşünce, felsefe olarak çocukların his dünyası, düşünce ve duygularıyla ilgilenmez. Bu çocuğun sıkıntıları neden, niçin ortaya çıkıyor, acaba birkaç aydır süren başka bir derdi mi var? Acaba bebeklik döneminde anne ve babaya bağlanmada bir problem mi yaşandı? Hangi problemleri, üzüntüleri ve korkuları öfke veya kırıp dökme olarak yansıtıyor? Bu konular hiç düşünülmeden, bu tür programlar ve altında yatan davranışçı felsefe içimize işler… İşler de, tarlasında fark ettiği birkaç ayrık otunun ucunu kesip rahatlayan, fakat bir hafta sonra hem aynı uçları tekrar görüp şaşıran hem de şimdi bütün tarlayı sarmış olan ve ürününü mahveden bu otlar karşısında çaresiz kalan acemi çiftçiye dönüşür anne-baba. Oysaki çağdaş çocuk eğitimi felsefesi, çocuk terbiyesi ve eğitimine, anne-baba ve çocukların doğum öncesi başlayan muhteşem bağıyla, sevgi ve şefkatle, doğal olarak, hissedilerek yaşanan huzurlu bir beraberlik olarak bakar. Bu beraberlikteki problemler, bir vücudun organlarının birbirinden etkilendiği gibi, herkesi etkiler ve herkesin işbirliğiyle, bir vücut olarak aşması gereken ortak dertlerdir. Dolayısıyla, çocuğumuzda görülen kızgınlık, tepki gibi davranışlar, esas problem değil, ancak başka bir problem olduğunu gösteren semptomlardır.
Alfie Kohn, cezanın çocukların ruhunda hem güven duygusunu azalttığını (“bunu yapmazsam bana her an birisi bir şey yapabilir”), ödüllerin de benmerkezciliğe itebileceğini (“bunu yaparsam benim için güzel bir şey yapılacak mı”) söyler. Dolayısıyla, düşünme odası gibi, ceza ve ödüller gibi muameleler çocuğun ruhunu zedeliyor, kalbini katılaştırıyor ve onu ailenin saygın bir parçası olarak değil, ya problem kaynağı ya da kenara itilmiş olarak resmediyor. Bu şekilde aile ve çocuğu karşı karşıya getirdiği gibi, aynı zamanda aileyi çaresiz bırakıyor ve anne-baba olma olgusunu, uzmanların söz sahibi, çocuğun ise kobay olduğu ve ancak teknik ve stratejilerle yürütülecek bir deney olarak algılamaya zorluyor. Sonunda, reçete olarak sunulan kalıplar ve herkese uyar diye tavsiye edilen taktikler, çocuğa uygulanıyor ve kısa süreli alınabilen sonuçlar, anne-babanın keyfini yerine getirebiliyor. Fark edemediğimiz ise çocuğun iç dünyasında, anne ve babanın bir huzur kucağı, güven yuvası, şefkat kaynağı olma özelliğinin, çocuğumuzu kendimizden uzaklaştıran ve ona bize karşı içten içe kızgınlık, pişmanlık, küskünlük ve umutsuzluk aşılayan bu tekniklerle yerle bir olduğu ve ergenlikte ve ileriki yaşlarda ortaya çıkacak bir öfke sağanağının bizi şu an için sessizce, düşünme odasında beklemeye durduğudur.
Peki, biz nasıl yaklaşalım çocuklarımızda beliren ve bizi tedirgin eden hareketlere? Öncelikle anne ve babanın çocuğun bedensel, ruhi, zihni, sosyal ve duygusal gelişiminin her yaşta nasıl olduğunu bilmesi gerekir. Mesela, Erik Erikson, bebeklerin ilk 2 yılını anneye ve aileye çok sağlam bağlarla bağlanmaları gereken, temel atılan bir dönem olarak niteler ve 2 yaş dönemi yaşanan anneden ayrılığın ve inatçılık döneminin çocuğun karakterinin oluşması ve ilerideki zorluklara göğüs germesi için çok önemli olduğunu söyler. İkinci aşama, bakış açımızı değiştirmek. Amerika’da her çocuğun bireysel karakter özelliklerinin ve tavırlarının aile üzerinde nasıl etkili olduğunu araştıran Barry Brazelton, çocuk eğitiminin çocuk üzerinde genel teknikler uygulayarak davranışlarını değiştirmekten çok daha kompleks bir süreç olduğunu söyler. Böyle bakınca, herhangi bir problemle karşılaştığımızda, gelişim dönemlerinde olacak tipik sarsıntıların haricinde, “Çocuğumuzun ruhunun ve aklının rahatlaması için neye ihtiyacı var?”, “Hangi ailevi durumumuzdan etkileniyor?” gibi sorularla çocuğumuzu destekleyen ve kucaklayan bir anlayışa sahip olabiliriz. Artık “çocuğu eğitmek”, “çocuğu değiştirmek”, “çocuğun yaramazlığını bırakıp uslu bir çocuk olması”, esas amaç olmaktan çıkar bizim için.
Son olarak, okuyucu içinden gelen bu sese kulak verir mi: “Ne gereği vardı bu kadar düşüncenin ve bu yazının? Çok abartmışsın.” Fakat medyada sunulan örneklerin insanların hayatlarını şekillendirdiği araştırmalarca defalarca ortaya konulmuş durumda, bu konuda görülen örneklerin kurgu veya gerçek, video çekimi veya animasyon olması etkisinde bir farklılık oluşturmuyor, çünkü elenemeden hızlıca içeri alınan bu modellemeler beynin hayat kriterlerini belirlediği, bilinçaltı bölgelerinde çok etkili oluyor. Çocukların “yaramaz çocuk”, ailelerin “cahil ve beceriksiz” veya “fazla yumuşak” gösterildiği ve görünen problemleri çözmeye yönelik bu tür programlar yerine, güzel temeller inşa etmeye yönelik programları sabırsızlıkla bekliyorum.
*Dr., Indiana (Purdue) Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Departmanı
Zeynep IŞIK ERCAN / Zaman

19 Temmuz 2012 Perşembe

’KİMYASAL DETERJAN KADAR İNSAN SAĞLIĞINA ZARAR VEREN BİR MADDE YOKTUR’’

’KİMYASAL DETERJAN KADAR İNSAN SAĞLIĞINA ZARAR VEREN BİR MADDE YOKTUR’’




‘’ Evsel temizlik malzemeleri, kısırlığın yanı sıra nörolojik, akciğer ve böbrek hasarları, kanser, körlük ve astım gibi ciddi rahatsızlıklara da yol açıyor. Çok kullanılan 15 bin kimyasal maddeden yaklaşık yüzde 75'inin henüz zehirli¬lik testi yapılmış değil. Ortalama bir evde bulunan 150'den fazla kimyasal madde alerji, doğum kusurları, kanser ve psikolojik bozukluklara sebep oluyor. Bunun yanı sıra kişisel bakım ürünlerinde bulunan kimyasal maddelerin 884'ü zehirli. Ayrıca 146'sı tümöre, 218'i üreme bozukluklarına, 314'ü biyolojik mutasyona, 376'sı deri ve göz tahrişine neden oluyor.
Zehirli kimyasal maddeler hayatımıza girdikçe, vücudumuzdaki yağ dokusunda biriken zehir seviyesi de artıyor. Biyobirikim çalışmaları, bazı zehirlerin yaşamımız boyunca vücudumuzda biriktiğini gösteriyor.’’

Sentetik temizlik ürünleri vücuduma dokunmasın gitsinler istiyorsanız

1-Çamaşır makinesinde: Çamaşırlarınızı ( 8 ton) su ile durulamanız gerekir.
2-Bulaşık makinesinde: Bulaşıklarınızı (6 ton) su ile durulamanız gerekir.
3-Banyoda: Şampuan- body jel kullanmışsanız (2 ton) su ile durulanmanız gerekir.

Küçük çocuğu olup ta boğaz enfeksiyonu geçirtmeden, bademcik problemsiz büyütebilen anne var mı? İnanın bu işin baş müsebbibi bulaşık deterjanlarıdır.

Rahim-meme ve prostat kanserinin, mide kanserinin en büyük tetikleyicisi deterjanlardır.
Nitekim 1978 yılında Marmara denizinde 126 balık çeşidi varken bu gün bu sayı 25 çeşide inmiştir.
Bizim kullanmamamız belki çok bir şeyi değiştirmeyecek ama bizim bu hesabı verenlerin içerisinde olmamamız gerekmektedir. Temizliğin tabii yollarla yapılması gerektiğini sevdiklerimize tanıdıklarımıza bildirmek bir VAZİFEDİR-GÖREVDİR.”

Biz işte bunlar için illede doğal deterjan diyoruz ve temizlikten önce doğallığı savunuyoruz…

Biz size bizim deterjanımız harıka yıkayacak şöyle temiz olacak böyle parlayacak gibi bir vaatte bulunmuyoruz,,,
Hatta her lekeyi çıkaramayabiliceğini de söylüyoruz çünkü kimyasal olmayan bir deterjandan bunu beklemek bir lüks olur…
Önemli olan size zarar vermemesidir.Önceliğimiz budur.

Renklilerde küçük bir çay bar. Kadar kullanamanız yeterlidir.
Siyahlarda ölçüyü azaltmanızı,
Beyazlarda aynı ölçüye bir çay bar. Soda eklemnizi öneririz.

Umarız memnun kalırsınız…



Sipariş için buyrun,,,,

http://www.facebook.com/l.php?u=http%3A%2F%2Fannetubadannotlar.blogspot.com%2F2012%2F07%2Fdogal-camasr-makinesi-deterjan.html&h=NAQHZpSHcAQHpsOI-cqUrEzMiiRfuqakchTTocWnyrZ1tJg&enc=AZP_1AcStjgiZka1o2AY0O_PoUxh50JWFLKZNGizjTh1LchnqQKbmhZhq7L2jS7w5RcBMIuhznJiVgGLHxHUNXYb

15 Temmuz 2012 Pazar

Sivrisinekler İçin Doğal Çözümler


Sivrisinekler İçin Doğal Çözümler


Yazın kâbusu sinekler sıcakların artmasıyla kendilerini göstermeye başladılar. Bu durum büyükten küçüğe hemen hemen herkes için bir işkenceye dönüşebiliyor. Sinek vızıltılarıyla bölünen gece uyguları, sabaha cildinizde pek çok ısırıkla uyanmanız ve bitmeyen kaşıntılar..
Yazın henüz başındayken küçük kardeşim de sivrisineklerden nasibini aldı. Sonrasında oluşan kaşıntı ve yanma hissini ancak doğal ev yapımı sirkeyle geçirebildik. Sivrisineklerle başı dertte olan pek çok kişi duydukça bunun da kimyasal kullanmadan, bitkilerle doğal yollardan bir çözümü vardır diye düşündüm ve sizler için kolları sıvadım…
İşte hem evde kolaylıkla yapabileceğiniz hem de evinizin ve cildinizin güzel kokmasına yardımcı olacak pratik çözümler:
Sivrisinek kovucuları çeşitli şekillerde kullanmak mümkün. Odanızda yetiştireceğiniz bitkilerden tutun, cilde uygulayacağınız sıvı ve merhemlere kadar..
1. Öncelikle çay olarak kullanabileceğiniz bitkilerle başlayalım:
Çay: 200 ml’e 5gr aşağıda verilen bitkilerden (1 su bardağına 1 tatlı kaşığı). 5 dk. kaynatılır. Önce drog, sonra su eklenir. Ağzı kapalı şekilde 5-8dk bekletilir. Sonra süzüp içebilirsiniz.
Bitkilerden melisa, aynı sefa, biberiye ve lavanta çaylarını içerseniz sinekler bu bitkilerin kokularını sevmediğinden size yaklaşmazlar...
2. Uçucu yağlar:
Bunlar hem vücut losyonu hem de oda kokusu olarak (buhurdanlıkla) kullanabileceğiniz alternatiflerdir:
  • Limon yağı
  • Okaliptüs yağı
  • Tarçın yağı
  • Biberiye yağı
  • Melisa yağı
  • Sedir yağı
  • Nane yağı
  • Sardunya yağı
  • Lavanta yağı
  • Kekik yağı
  • Yenibahar yağı
En etkili ve kolay ulaşılabilir yağlardan biri de çörekotu yağıdır.
3. Spreyler:
Evde kolaylıkla hazırlayabileceğiniz pratik çözümlerdir. Sprey şişenizin cam olması önemli noktalardan bir tanesidir. Cam Sprey şişesini sade pazardan temin edebilisiniz.
  • 15 damla Limon yağı
  • 15 damla Lavanta yağı
  • 15 damla Okaliptüs yağı
  • 15 damla Hint defnesi yağı
  • 2 kaşık susam yağı* veya jojoba yağı
Tüm malzemeleri cam sprey şişesine doldurun, uykudan önce veya akşam dışarı çıkarken istediğiniz bölgeye uygulayın.
*susam yağı güneş ışığının %40’nı engellediğinden güneş koruyucu olarak da kullanılabilmektedir.

Not: Bu karışımları birebir hazırlamak zorunluluğunuz yok. Tariflerde kendinize göre eklemeler çıkarmalar yapabilirsiniz Yağları emin olduğunuz yerlerden almanızı önemle tavsiye ederim. Sade Pazar’da satılan uçucu yağlara güvenebilirsiniz.
Bu tavsiyelere ek olarak evinizde hem güzel kokan hem de sivrisineklerin yaklaşmasını engelleyecek birkaç bitki önerebiliriz. Fesleğen,reyhan, ıtır bunlardan bazıları.Bu bitkileri evinizin bir köşesinde uygun saksılar içinde yetiştirebilirsiniz. Bu bitkileri büyük marketlerden, botanik bahçelerinden ve çiçekçilerden kolaylıkla temin edebilirsiniz.

Itır







Reyhan







 
           







kaynak:sade hayat




fesleğen